yönettiğim en kötü oyunu açıklıyorum seyırcı!..

 

kırkbeş dakika, evet tam kırkbeş dakika kesintisiz sol elinin yüzük parmağının tırnağının etini âfiyetle mideye indirdi gençadam. tırnak yiyen nicesini gördüm ama böylesi ilkti. belki bu denli dikkâtli gözlemlemedim daha önce tırnak yiyen birini. ama yok sanmam, hem seyretmeye değer biri çıkmadı, hem de bi şekilde farkederdim.. 

denizotobüsüne vaktinden beş dakika önce bindim. hep böyle yaparım, bi sigara daha içmeliyim filân derim. ya batarsa..? bir sürü düşünce.. çocuklar için hazırlanmış canyeleklerine el koy! büyükler nasılsa kurtulurlar, hem ölseler ne olacak. ben el koymazsam eğer atlar bu salaklar hemen, üçer beşer kaparlar maazallah! hemen organize et gemidekileri. heeeey bağırmayın, sâkin olun, hepimiz kurtulacağız! çığlık atan kadınların suratına okkalı birer şamar! heh şööle, başka türlü susacağı yok bunların.                      deniz toplu taşıma araçlarına bindiğim her sefer düşünürüm bunları.. sanki sağlıklı bi şeymiş gibi, düşünürüm dedim di mi. derim abi. elimde değil n’apiim.. 

bindiğim şeyi denizotobüsü sanıyordum ya (yazarken bile devâm etmiş yanılgı); yok, devasa bir feribotmuş. geçen sene de denk gelmiştim buna. çok da hoşuma gitmişti. yanımda okuyacak bir şey yoktu. gidip bir kahve alayım, hem dinlenir, hem oyalanmış olurum dedim. yolculukların en hoş gelen tarafı; kendimi bir oyundaymış gibi hissetmemdir. üstelik oyunu ben yönetirim sanki.. birinin şapkası düşer sebepsiz, ne olduğunu anlayamaz etrâfa bakınıp suçlu arar,  çocuğun teki durduk yere ağlar, anne bi türlü susturamaz. adam şap diye yanındaki kadını öper, kadın utanır. gibi, gibi, gibi.. olanları uzaktan kumandayla yönetiyormuşum gibi eğlenirim. bu sefer karşıma, iyi giyimli, nedense iyi eğitimli olduğunu düşündüğüm, gençten bir adam oturdu. önümüzdeki masalar yemek yemek, bi’şeyler içmek için falan tasarlanmış, oldukça geniş ve rahat yâni. önce dizüstü bilgisayarını çıkardı masaya yerleştirdi. sonra çalıştırdı, sonra dikkâtle ekrana bakmaya başladı. olay da orda başladı zâten. ekrana bakarken, sol elin yüzük parmağının ucunun yavaşça ağıza doğru götürülüşüne tanık oldum. tanıklığım kırkbeş dakika sürdü. tabi sonrasını bilemiyorum, benim payıma düşen süre buydu.. böyle bir iştahla tırnak/tırnaketi yendiğine, daha doğrusu âyin düzenlendiğine daha önce tanık olmuşluğum yoktur. sizin de yoktur. valla yoktur ya! bak anlatıyorum seyırcı sabırlı ol. şimdi bu adam parmağı ağzına götürdü ya, sanırım bir süre ıslatıp yumuşatmak içindi. çünkü o parmak daha sonra özenle soyuldu soyuldu yendi. ekrana çakılmış gibi bakıyordu, arada sağ eliyle mousa tıklayıp duruyordu ama asıl işi parmaktı. zaman zaman mouse için kullandığı parmağı da yardım için kullanıyordu. dişiyle açtığını sandığım etleri, sağ elinin tırnaklarıyla koparıp koparıp ağzına atıyordu. evet, resmen lokma lokma tırnaketi yiyen bi adam hayâl edin. bi ara bana durduk yere bi gülme hissi geldi, kafamı çevirdim ve yan taraftaki sevimli çocuktan etkilenmiş gibi kıkır kıkır bi güzel güldüm.  aslında o his durduk yere gelmedi tabi. valla ne yalan söyleyeyim bu gençadamın bloglardan birinin yazarı olduğunu ve bi şekilde benim yazdıklarımı da okuduğunu/okuyacağını aklıma getirdim. tırnaketi merâsimi başladığında, o olayın blog yazısı olmasına karar vermiştim. daha sonra okuyunca kendini tanıyacağından o kadar emindim ki.. ama işin komik tarafı, adam benim farkıma varamamıştı. hırsından çatlayacak, iştahla tırnak yediği ve onu dikizleyen kişiyi farketmediği için kendine kızacaktı, biliyordum. hahahaha!.. tek tek, tâne tâne, kocaman lokmalarmışçasına ağıza atılan çiğneye çiğneye yenen tırnaketleri. bi ara midemin bulandığını hissettim. ama olayın ilginçliği bulantımı bastırdı. feribot iskeleye yanaştığında yeme işi devâm ediyordu. bir parmağının tırnaketini yemesi bu kadar sürüyorsa, bütün parmaklarına harcadığı mesâiyi düşündüm ve aklımı kaçıracak gibi oldum. içime fenâlık geldi. gidip o parmağı ağzından çekmek ve bi araba dayak atmak istedim çocuğa. buna hakkı yoktu. zâten ayda yılda bir yolculuk yapıyordum ve bu görüntülere katlanmak zorunda değildim. salak şey! oh olsun, yazdım işte. inşallah bi blog yazarı falansındır ve burayı okursun! iğ-reeenç-siiiin!!!

 

 

1 responses to “yönettiğim en kötü oyunu açıklıyorum seyırcı!..

  1. Etrafı seyredip, onun yönettiğin bir oyun olduğunu düşünmen fikrini çok sevdim.
    Seyir bakmaya bayılırım.
    Gelecek sefere çevremi keserken, bunun bir oyun olduğunu düşüneceğim. Bakalım, eğlencesi farklı olacak mı?

Yorum bırakın