dayanamıyciiim, hadi îtirâf edeyim.. son işimden de istifâ ettim. he yine kavga gürültüyle tabi. sessiz sedâsız işten ayrılamam ben. bu sefer üç şâhidim vardı çalışanlardan. başımıza müdür diye koydukları kıtipiyozla kapıştım. epeydir takmıştım zâten kafaya ama aynı ofiste olmadığımız için, gözümden ırak cehenneme direk gibi duruyordu şerefsiz. neyse işte onbeş gün olmuş aslında işten çıkalı.. günler su gibi geçince unuttum size söylemeyi. hâlbuki benim ağzımda bakla ıslanmaz, nasıl da atlamışım bu dedikoduyu. aman annem duymasın! açlıktan öleceğimi filân sanır hemen. o kadar da demişimdir; ” annecim aç mezarı gördün mü sen hiç..” diye. hem bu benim kimbiliiiir kaçıncı işim. bir gün üşenmesem de, yapsam şunun listesini ama birkaç gün lâzım bunun için. hem hâfızam kötü, hem de zaman ister epeyce.
abicim mesele şu: işin içine haksızlık girince çenemi tutamıyorum. bu ister benimle ilgili olsun, ister çalışma arkadaşlarımla, ister işin kendisiyle. herkes herşeyden şikâyet eder, toplantı yapılsın ben şunu söyleyeceğim, ben bunu söyleyeceğim diyen kimselerin hepsi toplantı günü dut yemiş bülbüle döner. bense bir gece önceden notlar alıp, sıkıntıları filân söylemek için hazırlık yaparım. sonra da toplantıda çalışanlar içinde bir tek şikâyeti olan benmişim gibi, iyot misâli ortada kalırım. bu defâ karışmadım kimsenin işine. valla bak! ama sattığım şeyin karşılığını alamazsam deliririm. hele bunu benim yerime müdür alıp da çatır çatır yerse çok sinirlenirim, harbiden dağıtırım ortalığı. öyle de oldu..
dümbük müdür öncelikle sürekli işimi bozmaya çalıştı. ben sattıkça, o sorun çıkardı. sanırsın ki; satmak istemiyor. fiyat belli, pazarlık payı belli, satış gerçekleşmiş, müşteriyle el sıkışılmış, amcam durduk yerde olmayacak sorunlar çıkarıyor. canı istemeye görsün; yapılan pazarlığı kabûl etmiyor. neymiş efendim o gün canı indirim yapmak istememiş. ulan deyyus, pazarlık payını belirleyen ve bunu bize söyleyen sensin! niye şimdi iki dakkada vazgeçiyorsun?! bâzı dâirelerin tapusu diyelim ki toprak sâhibinin üzerinde, bana tapusu bizde diyorsun. satıyorum, bu defâ yok efendim, yanlışlık olmuş, beklemesi gerekiyormuş müşterinin. hayvanoğluhayvan! adam kredi çekecek, tapusuz mala hangi banka kredi verir ve niye seni beklesinler?! üstelik satarken tapusu bizde demişiz. hayır yâni, çalıştığım firma da eften püften bir yer değildi. adamlar bunun hatalarını sürekli örtmekten sıkılmışlardı belli ama kimseyi işten atma gibi bir âdetleri yoktu. sonradan baktım, bununla bu iş olmuyor, satışın bitme aşamasında doğrudan patronları aramaya başladım. adamların işine geliyor tabi, satış olması. öyle böyle paralar da değil bunlar hem. ortalama 2oo bin dolarlık dâireler. mâliyetini ne siz sorun, ne ben anlatayım.. neyse işte ben artık patronlarla işi bitirmeye başlayınca bu herif acayip rahatsız oldu. yaptığım satışların aysonunda maaşla birlikte prim olarak elime geçmediğini görünce iyiden iyiye cozuttum. bu arada baskı farklı şekillerde üstüme gelmeye devâm ediyordu, son iki ayda işten çıkış saatlerim dört kere evet yanlış duymadınız dört kere değiştirildi. son gün bunu bahâne edip patladım. gâliba onun istediği de buydu. hem neden bu kadar sinirli olduğumu sorup, hem sâkin olmam için bana sesinin tonunu yükseltince zıvanadan çıktım. istifâ etmek istiyorsam mektup yazmam gerektiğini söyledi. yazayım dedim ama gerekçesini kendi belirlemeye kalktı. ben istediğimi yazarım dedim ve mektup elimizde paralanmış olarak kaldı. evet, bolca küfür ettim. paramı bile almadan kapıyı vurup çıktım (paramı gönderdiler sonradan, şimdi hak yemeyeyim). patronlar tabi neler olduğunu tam bilmiyorlar, hem bilseler ne olacak ki.. kaç yıldır böyle bir adamla çalışıyorlar, farkında değiller mi yâni olan bitenin. beni geri istedikleri haberi gelince, cevâbımı gönderdim. o adam gitmeden bir daha o kapıdan içeri girmem. üstelik beni geri isteyen bir tek patronlar değil, kıtipiyoz adam da öyle söylemiş. ”aa niye öyle sinirlenip gitti ki candan hanım, anlamadım..” demiş üstelik. :))
zâten ben de sıkılmıştım iyiden iyiye.. sürekli mücâdele iyi güzel de, nereye kadar.. ve neyle mücâdele? onu bi’ anlayabilseydim. yok, olmadı işte yine. ben sabırsızım. kabûl. bir yerde hata yapıyorum ama nerde? hep mi başkaları haksız? yooo, öyle bir şey demiyorum ama nâmusunla iş yapmak istiyorsan, hep bir pürüz çıkıyor karşına. tapu bile alamazsın nâmusunla. hem de vâr olan tapuyu. sıkıysa rüşvet verme.. yok, bizzat vermedim ama bilen bilir bu memlekette devlet kendi eliyle kendini dolandırıyor. bir tapu dâiresine gidin bakalım, 200 milyara aldığınız dâire bedelini kaç para üzerinden gösteriyorlar.. taş çatlasa 50 milyar. ee, tapu harcı neye göre düzenleniyor? evin bedeli üzerinden. belediyelerle, tapu dâireleri ortak üçkâğıt yapıyorlar anlayacağınız. devlet kendi kendini söğüşlüyor, bu nasıl bir mantıktır Yârabbi?! sonra yok efendim vergi kaçırıyorlar, yok bilmemne!..
Yalçın Küçük’ün sürekli bahsettiği TİT düzeninin içinde yer almak bana bir şey kazandırmadı, tiksiniyorum artık bu işlerden. kaldı ki ben basit bir işçi sayılırım. iyi paralar teklif ederler satış karşılığı, ama çoğunlukla alamazsınız. içinde bulunduğunuz projeyi çok iyi analiz etmeniz gerekir, aksi taktirde SATYAP’çıların elinde oyuncak olursunuz, pek çok mâsum vatandaşla birlikte. çok riski ve pisliği vardır bu işlerin. ne olduğunuzu bile anlayamazsınız. işin içinde çok ciddi rakamlar döner ve kimse asla sizden daha az kazanmak istemez. o yüzden biraz uyanık gördüler mi, ayağınızı kaydırmaya çalışırlar.
bir keresinde çalıştığım bir firmanın gayrıresmî hesaplarına göz atma şansım olmuştu. gelen paranın nerelere gittiğini görünce dayanamamış ve kendilerinin bu duruma göre çoktan iflas etmiş olmaları gerektiğini ve gelen paranın neden inşaata değil de başka yerlere aktarıldığını sormuştum. verilen cevaplar beni hem tatmin etmedi hem de acayip midem bulandı. iki gün sonra işe sürekli geç geldiğim ve son üç gündür de gelmediğim gerekçesiyle işten çıkarıldığımı bildiren bir mektupla karşılaştım masamın üzerinde. gerekçe komikti elbette. ama gülemedim. eve gidip ev sattığım bütün müşterilerimi tek tek aradım. hemen bir avukat bulup inşaata tedbir koydurmalarını istedim. kimi hemen dikkate aldı, kimi beni suçladı, kimi paniğe kapıldı. ama sonuçta şimdi hepsi evlerinde oturuyor. o firma ne mi oldu? tam tahmin ettiğim üzre, iki ay geçmeden ortadan toz oldu. neyse kimsenin âhı, kimsede kalmıyor.. duyduğuma göre hapistelermiş şimdi.
anlattım da ne oldu..? rahatladım mı şimdi? yooo.. ama olsun, belki alınacak bir ders filân olur. nasihat haddim değil ve musîbet her zaman daha iyi iş görür, bilirim.