Category Archives: îtirâf

dertsiz baş terkide gerek..

bu başağrısı nasıl târif edilir şimdi bilmiyorum. bir deneyelim bakalım.. gâzi koşusu yapan üçyaş safkan ingiliz atlarını düşünün. bold pilot en önde gidiyor.. yer veliefendi değil, beynimintası. mesâfe de 2400 değil. yâni umarım öyledir ama bu ne menem 2400 metreyse, bitmek bilmedi.. pistte basmadık yer bırakmadı nâmussuzlar. ulan hiç değilse enseköküme basmayaydınız. yok! kupayı kim alacaksa alsın, şu başımı rahat bıraksınlar artık..

son 48 saatin, 24 saati çalışmakla geçti. iki günde yüz yeni yüz tanıdım belki, belki daha az, belki daha çok. liste yapmadım ama yuvarlak hesap öyle bir sayı işte. işin en iyi yanı ve başağrımın da en temel sebebi yine bu sürede 500 km.’ye yakın yol yapmış olmamdır. yollarla yeniden buluşmak güzeldi ve klima sevmediğim için camlar açıktı. muhtemelen bu yüzden dayanılmaz ağrılar içerisindeyim ya da dün akşam 21:30’da eve gelince, saçmasapan bir şey yüzünden ece’ye ilk defâ bağırdığım için. bağırdıktan sonra kendimi cezâlandırdım. yok, öyle bildiğiniz bir yöntem olduğunu sanmam.. eve geç gelmek bende yeterince suçluluk duygusu uyandırıyor zâten, üste çıkmanın bir anlamı yoktu ama beceremedim işte. hayattaki en değerli parçamı kırdım. bu boku da yedim sonunda. âferin bana!

oysa o benim için neler düşünmüş.. 13 temmuzdaki julio iglesias konserine bilet almayı plânlıyormuş. muhtemelen babasından tırtıklayacağı paralarla. biletler tam anlamıyla kazık. ama âhir ömrümde de bir daha canlı dinleme şansım olur mu bu herifi, sanmam.. neyse işte. bu da suçluluk duygumun üstüne tuz biber oldu. bu akşam hiçbir şey olmamış gibi davrandı allahtan. eve geldiğimde kapıyı o açtı, mahsus anahtarımla açmak istemedim. onun açmasını diledim ve öyle de oldu. onun o bebek suratını görmek bütün yorgunluğumu alıyor…

ne nâlet bi kadınım ben ya! herşeyi elime yüzüme bulaştırıyorum. onun gözündeki pırıltıdan daha değerli ne olabilir ki.. hiç işte. şimdi iyiyiz, konuştuk biraz. sonra başıma masaj bile yaptı. geçmedi nâmussuz ağrı ve böyleyken yazmak da çok zor. parmaklarım her tuşa değdiğinde, zonk zonk zonkluyor siniruçlarım. belki biraz hareketsiz kalırsam, uzanırsam, düşünmemeyi başarırsam -tamam son seçeneği geçtik, o çok zor hattâ iyi bile gelebilir-, tek bir şey üzerine yoğunlaşırsam atlatırım sabaha. inşallah yâni.

yarın çalışmıyor olacağım, bu iyi. ama pazartesiden sonra daha tempolu bir yaşam beni bekliyor olacak. kalırsam.. kalırsam, artık iyi para kazanacağıma, biriktireceğime ve sonunda istediğim şeyi gerçekleştireceğime söz veriyorum kendime. bu böyle gitmez! bu yıl tam da annanemin göçtüğü yaştayım. gen meselesi babamdan yana da pek şans vermiyor ama, bakalım, kalırsak göreceğiz…

bana benden olur ne olursa, başım rahat bulur dilim durursa!

kelimelerle anlaşamıyoruz bu akşam. yok sizinle değil. kelimelerin bizzat kendileriyle. nereye çekersem o yana gitmiyorlar. anlaşılan boyun eğmeyecekler. eyvallah.. bu sanki hep olan bir şeymiş gibi kolaylıkla söyleyiverdim değil mi. aslında evet, genellikle aramız iyidir. birini yazarım, o diğerini çağırır, bir diğeri derken çember tamamlanır. tamamlanan şeyden memnun olduğum nâdirdir, o da ayrı mesele. gönülden sevemediysem, başımdan savarım, olmadı surat asarım, o da olmadı, çöpe atarım.

canımı burnuma getiren vakitlerden bir vakit yine.. özel bir sebebi yok. daraldım. yaşamak cidden beceri istiyor; herkese ve herşeye rağmen. insanlardan sıkılıyorum en çok. öyle bir iş olsa da, kimseyi görmek zorunda kalmadan çalışsam, bankaya yatsa param, sâdece hayâtî ihtiyaçlarım için alışveriş yapsam. orada; bulunduğum yerde denizin kokusu ve sesi olsa bir tek, gördüğüm tek renk mâvi. lâcivert gecelerde yazsam, penceremin önündeki daktilonun tuşlarına kaygısızca bassam durmadan.. keyfekeder kalksam masanın başından. kendimi şımartmak için en fazla sütlü kahve yapsam. çay hep sıcak olsa. gecenin bir vakti sigaramın biteceği telâşına kapılmasam. gökgürültüsünden, şimşeklerden, rüzgârın penceremi tekmelemesinden korkmazken, en büyük korkum kapıya birinin gelmesi olsa. evde yokum numarası yapmak yok mu, işte o çok fenâ.. kapıya gelen sanki evde olduğumu biliyormuş gibi hemen açarım. kendi rahatımı işte bu kadar bile düşünemem ben. öylesine salağım. bencilliğin nesi kötü aslında, rahat edersin ömrünce. başkaları için yaşıyorsun da ne oluyor..

yok, yapamadı dedirtmem kendime.. kaldıramadı.. dayanamadı.. başaramadı!.. neyi başardıysam bugüne dek, orasına hiç girmeyelim. ya da girelim canım, ne olacak anasını satayım. olmuşken tam olsun. bak tam burda gözlerim doldu. gâlibâ yine kendime acıdım. al işte! en iyi başardığım şey: kendime acımak. sıkışınca bunu hep yaparım. aslında tam olarak istediğim şey şu: sorumsuzluk. niye yazıyorsam buraya bunları.. bir de özene bezene.. imlâya filân da dikkat ederek. buyrun, bundan bile sorumlu tutuyorum kendimi. şimdi bunu buraya yazmam da bir sorumsuzluk. hah ha! ne güzel! kim okuyacaksa, sorumluyum tabi onun duygularından da. ümitsizlik aşılamak meselâ, en korktuğum şey.

şu kadınlara çok özeniyorum aslında. evet ben de bir kadınım ama nâdiren hatırlıyorum bunu. hangi kadınlardan bahsettiğimi birazdan anlayacaksınız, sabredin acık. baba parası yemeyeli çok oluyor. koca parası hiç yemedim, yedi diyen kâfirdir. onu bırak, ulan şöyle bir sırtımı dayasaydım bâri. ııh o da olmadı. izin vermedimki.. e hadi ben vermedim diyelim, hıyar mıydı bu herifler..? günaydın candan! uyan da… neyse işte, kadınlık da ayrı zanâat birâder. hiç kızmıyorum evinde oturan kadınlara. en doğrusunu yapıyorlar. bâzıları zevzekçe şikâyet hâlindeler ya, bakmayın, orası işin caz tarafı. şimdi bir lâf daha edeyim de oldu olacak, başıma taş yağsın hepten. kadınlar atacaklar o taşı beyler! bi’ dakka, müsâade buyurun. :) kadın kısmısı evine yaraşııır! aha da dedim! yalan mı?! ne öyle her allahın günü gidecek, elâlemin ağzının kokusunu çekecek, yan gözle kesilecek, zarf toplayacak, gittiydi, geldiydi saatlerini yollarda harcayacak, eve gelince ayrı telâş, sinir, dert sâhibi olacak. kızım, şu memlekette eğer kocanın hâli vakti yerindeyse çalışma sakın, evinde otur. haa, adam da zâten üçotuzkuruş kazanıyordur, o ayrı, hayat pahâlı onu biz de biliyoruz. o zaman çalışacaksın tabi. ya da ne bileyim onca okumuşundur, yazmışındır, diploman işe yarasın istiyorsundur, onu da anlarım. ama gerisini anlamam ben. müptezellik etmeyin. oturun, oturduğunuz yerde!

ohh bee.. yaz kurtul kampanyasına hoşgeldiniz sayın seyirciler! bu seyirci lâfıma gücenmiyorsunuz di mi? e yalan mı be kardeşim, onca geliyor, gidiyorsunuz, insan iki çift lâf eder. bak bak nereye kadar. bir selâm verin, ne bileyim, fikir beyân edin, yok.. siz etmezseniz, ben de edeceğimi bilirim işte böyle. kelimeden çıktık yola, geldik yazının sonuna. kelimeleriyle lütuf bahşedenlerin münâsip yerlerinden öperim. öperim dedim, sabredin biraz! acelesi yok ya. onun da zamânı gelir.

müflisten medet, münâfıktan nasihat beklenmez!..

dayanamıyciiim, hadi îtirâf edeyim.. son işimden de istifâ ettim. he yine kavga gürültüyle tabi. sessiz sedâsız işten ayrılamam ben. bu sefer üç şâhidim vardı çalışanlardan. başımıza müdür diye koydukları kıtipiyozla kapıştım. epeydir takmıştım zâten kafaya ama aynı ofiste olmadığımız için, gözümden ırak cehenneme direk gibi duruyordu şerefsiz. neyse işte onbeş gün olmuş aslında işten çıkalı.. günler su gibi geçince unuttum size söylemeyi. hâlbuki benim ağzımda bakla ıslanmaz, nasıl da atlamışım bu dedikoduyu. aman annem duymasın! açlıktan öleceğimi filân sanır hemen. o kadar da demişimdir;  ” annecim aç mezarı gördün mü sen hiç..” diye. hem bu benim kimbiliiiir kaçıncı işim. bir gün üşenmesem de, yapsam şunun listesini ama birkaç gün lâzım bunun için. hem hâfızam kötü, hem de zaman ister epeyce.

abicim mesele şu: işin içine haksızlık girince çenemi tutamıyorum. bu ister benimle ilgili olsun, ister çalışma arkadaşlarımla, ister işin kendisiyle. herkes herşeyden şikâyet eder, toplantı yapılsın ben şunu söyleyeceğim, ben bunu söyleyeceğim diyen kimselerin hepsi toplantı günü dut yemiş bülbüle döner. bense bir gece önceden notlar alıp, sıkıntıları filân söylemek için hazırlık yaparım. sonra da toplantıda çalışanlar içinde bir tek şikâyeti olan benmişim gibi, iyot misâli ortada kalırım. bu defâ karışmadım kimsenin işine. valla bak! ama sattığım şeyin karşılığını alamazsam deliririm. hele bunu benim yerime müdür alıp da çatır çatır yerse çok sinirlenirim, harbiden dağıtırım ortalığı. öyle de oldu..

dümbük müdür öncelikle sürekli işimi bozmaya çalıştı. ben sattıkça, o sorun çıkardı. sanırsın ki; satmak istemiyor. fiyat belli, pazarlık payı belli, satış gerçekleşmiş, müşteriyle el sıkışılmış, amcam durduk yerde olmayacak sorunlar çıkarıyor. canı istemeye görsün; yapılan pazarlığı kabûl etmiyor. neymiş efendim o gün canı indirim yapmak istememiş. ulan deyyus, pazarlık payını belirleyen ve bunu bize söyleyen sensin! niye şimdi iki dakkada vazgeçiyorsun?! bâzı dâirelerin tapusu diyelim ki toprak sâhibinin üzerinde, bana tapusu bizde diyorsun. satıyorum, bu defâ yok efendim, yanlışlık olmuş, beklemesi gerekiyormuş müşterinin. hayvanoğluhayvan! adam kredi çekecek, tapusuz mala hangi banka kredi verir ve niye seni beklesinler?! üstelik satarken tapusu bizde demişiz. hayır yâni, çalıştığım firma da eften püften bir yer değildi. adamlar bunun hatalarını sürekli örtmekten sıkılmışlardı belli ama kimseyi işten atma gibi bir âdetleri yoktu. sonradan baktım, bununla bu iş olmuyor, satışın bitme aşamasında doğrudan patronları aramaya başladım. adamların işine geliyor tabi, satış olması. öyle böyle paralar da değil bunlar hem. ortalama 2oo bin dolarlık dâireler. mâliyetini ne siz sorun, ne ben anlatayım.. neyse işte ben artık patronlarla işi bitirmeye başlayınca bu herif acayip rahatsız oldu. yaptığım satışların aysonunda maaşla birlikte prim olarak elime geçmediğini görünce iyiden iyiye cozuttum. bu arada baskı farklı şekillerde üstüme gelmeye devâm ediyordu, son iki ayda işten çıkış saatlerim dört kere evet yanlış duymadınız dört kere değiştirildi. son gün bunu bahâne edip patladım. gâliba onun istediği de buydu. hem neden bu kadar sinirli olduğumu sorup, hem sâkin olmam için bana sesinin tonunu yükseltince zıvanadan çıktım.  istifâ etmek istiyorsam mektup yazmam gerektiğini söyledi. yazayım dedim ama gerekçesini kendi belirlemeye kalktı. ben istediğimi yazarım dedim ve mektup elimizde paralanmış olarak kaldı. evet, bolca küfür ettim. paramı bile almadan kapıyı vurup çıktım (paramı gönderdiler sonradan, şimdi hak yemeyeyim).  patronlar tabi neler olduğunu tam bilmiyorlar, hem bilseler ne olacak ki.. kaç yıldır böyle bir adamla çalışıyorlar, farkında değiller mi yâni olan bitenin. beni geri istedikleri haberi gelince, cevâbımı gönderdim. o adam gitmeden bir daha o kapıdan içeri girmem. üstelik beni geri isteyen bir tek patronlar değil, kıtipiyoz adam da öyle söylemiş. ”aa niye öyle sinirlenip gitti ki candan hanım, anlamadım..” demiş üstelik. :))

zâten ben de sıkılmıştım iyiden iyiye.. sürekli mücâdele iyi güzel de, nereye kadar.. ve neyle mücâdele? onu bi’ anlayabilseydim. yok, olmadı işte yine. ben sabırsızım. kabûl. bir yerde hata yapıyorum ama nerde? hep mi başkaları haksız? yooo, öyle bir şey demiyorum ama nâmusunla iş yapmak istiyorsan, hep bir pürüz çıkıyor karşına. tapu bile alamazsın nâmusunla. hem de vâr olan tapuyu. sıkıysa rüşvet verme.. yok, bizzat vermedim ama bilen bilir bu memlekette devlet kendi eliyle kendini dolandırıyor. bir tapu dâiresine gidin bakalım, 200 milyara aldığınız dâire bedelini kaç para üzerinden gösteriyorlar.. taş çatlasa 50 milyar. ee, tapu harcı neye göre düzenleniyor? evin bedeli üzerinden. belediyelerle, tapu dâireleri ortak üçkâğıt yapıyorlar anlayacağınız. devlet kendi kendini söğüşlüyor, bu nasıl bir mantıktır Yârabbi?! sonra yok efendim vergi kaçırıyorlar, yok bilmemne!..

Yalçın Küçük’ün sürekli bahsettiği TİT düzeninin içinde yer almak bana bir şey kazandırmadı, tiksiniyorum artık bu işlerden. kaldı ki ben basit bir işçi sayılırım. iyi paralar teklif ederler satış karşılığı, ama çoğunlukla alamazsınız. içinde bulunduğunuz projeyi çok iyi analiz etmeniz gerekir, aksi taktirde SATYAP’çıların elinde oyuncak olursunuz, pek çok mâsum vatandaşla birlikte. çok riski ve pisliği vardır bu işlerin. ne olduğunuzu bile anlayamazsınız. işin içinde çok ciddi rakamlar döner ve kimse asla sizden daha az kazanmak istemez. o yüzden biraz uyanık gördüler mi, ayağınızı kaydırmaya çalışırlar.

bir keresinde çalıştığım bir firmanın gayrıresmî hesaplarına göz atma şansım olmuştu. gelen paranın nerelere gittiğini görünce dayanamamış ve kendilerinin bu duruma göre çoktan iflas etmiş olmaları gerektiğini ve gelen paranın neden inşaata değil de başka yerlere aktarıldığını sormuştum. verilen cevaplar beni hem tatmin etmedi hem de acayip midem bulandı. iki gün sonra işe sürekli geç geldiğim ve son üç gündür de gelmediğim gerekçesiyle işten çıkarıldığımı bildiren bir mektupla karşılaştım masamın üzerinde. gerekçe komikti elbette. ama gülemedim. eve gidip ev sattığım bütün müşterilerimi tek tek aradım. hemen bir avukat bulup inşaata tedbir koydurmalarını istedim. kimi hemen dikkate aldı, kimi beni suçladı, kimi paniğe kapıldı. ama sonuçta şimdi hepsi evlerinde oturuyor. o firma ne mi oldu? tam tahmin ettiğim üzre, iki ay geçmeden ortadan toz oldu. neyse kimsenin âhı, kimsede kalmıyor.. duyduğuma göre hapistelermiş şimdi.

anlattım da ne oldu..? rahatladım mı şimdi? yooo.. ama olsun, belki alınacak bir ders filân olur. nasihat haddim değil ve musîbet her zaman daha iyi iş görür, bilirim.